www.dualar-ülkesi.tr.gg - Allah'in Ceryani Cezbe

Dualar Bölümü
vedaXy help script v3.5i,
wampserver2 0i programı indir
PİNG
SOHBET KANAL SIRALAMASI
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz
Esmaül Hüsnanın Faziletleri
Cehennemdeki Azap Ortamı
cehennem 3
DUA VE ZİKİR
Dua ve zikir
Çok Önemli Zikir ve Dualar
Dualar ve Zikirler
Her gün Söylenmesi Tavsiye Edilen
Esma-ül Hüsna Zikir Sayıları ve Zikir Niyetleri
DİLEK VE ZİKİR DUALARI
ESMAÜL HÜSNA ZİKiR VE DUALAR (İNANILMAZ DEĞERLİ BİR HAZİNE!)
Sessiz dua ve zikir
Dünyadaki En Mutlu İnsanlar Daimî Zikrin Sahipleridir
ÖLÜM
BEDENİN ÖLÜMÜ
RUHUN ÖLÜMÜ
AHİRETE İMAN
Sur'a İkinci Kez Üfleniş ve Ölülerin Diriltilmesi
Aldanmalar ve Gerçekler
CEHENME GÖTÜRÜLME
CEHENNEME GİRİŞ
ATEŞ AZABI
Kalplere Tırmanan Ateş"
CEHENNEM EHLİNİN ÇEKİŞMELERİ
ÖLÜMLE BAŞLANYAN PİŞMANLIK
HESAP GÜNÜ YAŞANAN PİŞMANLIK
CEHENNEMDEKİ PİŞMANLIK
BU PİŞMANLIGI YAŞAMAMAK İCİN
İNANANLARIN YURDU CENNET
GERCEK YAŞAM BU DÜNYADAİ DEGİLDİR
Cenneti Şiddetle Umanlar: Allah'ın Fırkası
NİMETLERİN EN ÜSTÜNÜ ALLAH RIZASI
Allah'a Ulaşmayı Dilemek, Allahû Tealâ'nın Temel Emridir.
MUHAMMED 33 meali | MUHAMMED Suresi 33. âyet-i kerimesi
DUA
ŞEYTANIN HİLESİ
Hazreti Hamza 'nın Müslüman Oluşu
SON PEYGAMBER : Hz.Hamza´nın Müslüman Oluşu
Hz. Ömer ve Hamza'nın Müslüman Oluşu
Hz.Hamzanın Hidayeti ve Müslüman Oluşu
Kabir Hayatı
Dini Fon MÜzikleri İlahi Fon Müzikleri en sevgiliye | iLAHi DiNLE ...
Allah'in Ceryani Cezbe
Yeni sayfanın başlığı
NEFSİN TASFİYESİ
Vird - Zikir Dersi
VUKUF-I ADEDİ: USÛL OLMADAN VUSÛL OLMAZ
Vird
TASAVVUF VE TÖVBE
Nihat Hatipoglu - Sultanım İlahisi Dosta Dogrurubeyda ileTakip et
Ruh ve Nefs - 1.bölüm
Ruh ve Nefs - 2.bölüm
backlinkmerkezi.
GONULSOHBETİ YASAK İP ADRESİ
Yunus Suresi 7 ve 8. Âyetler - Allah'a Ulaşmayı
Allah'a Ulaşmayı Dilemeyenler
SOHBETİN ADI: ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEYENLER
MÜRŞİDİ BULMA
SEQ bancklink
KUR’ÂN-I KERİM’E GÖRE NEFS TEZKİYESİ NE DEMEKTİR?
kanal komutları
Zikirlerin En Güzeli Daimî Zikirdir
duaaaa



 
Allah'in Ceryani Cezbe 14 asır evvel, tarihin Asr-ı Saadet diye damga vurduğu, bir yönüyle, vahşetin ve zulmün hüküm ferma olduğu o devri yaşayan ve ashabına yaşatan Resul-i Ekrem (S.A.V) Efendimizin ve sahabe-i kiramın cezbe sahibi olmalarına rağmen, bugün cezbeli kardeşlerimiz halk arasında yadırganıyor. Hatta bu bir hastalıktır zannıyla bakılıyor. Zaman zaman, biraz da istihzaî bir tavırla soruluyor: -Bu cezbe dediğiniz şey, eğer bir hastalık değilse nedir? Her zaman söylüyoruz. Bizler her konuda sağlam bilgileri, bilhassa Kurân-ı Kerimin muhtevası içerisinde yer alan ilmi, irfanı Muhterem Hocamızdan alıp, liyakatimiz nisbetinde idrak edebildiğimiz kadarıyla sizlere ulaştırmaya çalışıyoruz... Cezbe, zikir sonucunda Allah tarafından verilen bir cereyanla, manevî kalbimizin rezonansa geçirilmesi (titreştirilmesi) halidir ki, bu cereyan, insanın manevî kalbinden geçişi sırasında bütün vücudun değişik organlarını tesiri altına alır. Bazı kimseleri şiddetli bir şekilde sarsar, titretir, bazılarında da gayri ihtiyarî bir ses çıkarma yahut Allah! diye bağırma şeklinde tezahür eder. Cezbe, gerçekten Yüce Rabbi-mizin en büyük bir ihsanıdır ve Allahtan gelen ferahlatıcı bir özelliği vardır. Aynı zaman da Allahın bir işaretidir ki, O: Ben varım. Her an seninle beraberim. Düşüncelerinden de haberdarım! diyor; sarsıyor, gayri ihtiyarî bir ses çıkarttırıyor. Allah! diye de bağırtıyor. Ebûl Hasan Harkânî Hazretlerine sordular: -Kişi kendisinin uyanıklığını ne ile bilir? -Allahı andığı zaman, baştan ayağa, Allahın Onu andığını duymakla, buyurdular. İşte bu cevap, başlangıçta verdiğimiz tarifin aynıdır. Bundan 14 asır evvel, Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) de ve bütün sahabe-i kiram da cezbeliydi. Hepsi devamlı namazda, zikirde, sohbette sarsılıyorlardı. Hatta Ebû Hüreyre ( R.A.) daima, kalbî zikirde olduğu için çoğu zaman sokakta cezbeden yerlere düşer, bunu gören müşrikler: Saralı Ebû Hüreyre! diye üzerine basıp geçerlerdi. Ne yazık ki, bu konunun mahiyeti zamanımızda da bilinmiyor. Aynen sahabi gibi cezbesi şiddetli olan kardeşlerimiz, bilhassa cezbeleri anında Yarabbi, ne olur cezbemi eksiltme, hep böyle devam etsin! diye Allaha yal-vardıkları, zikirlerini ihmal sebebiyle, cezbesi azalanların üzüntülerinden nice gözyaşları döktükleri, aramızda sık sık yaşanan olaylar olmasına rağmen, camilerde veya sohbetlerde, tasavvufun dışında, cezbeden bîhaber olanlar, onları gördükleri zaman omuzlarından tutup: Namazın bozuldu. Bizimde namazımızı bozdun! Madem ki hastasın bir doktora git, cemaatı rahatsız etmeye hakkın yok! gibi incitici sözleriyle haddi aştıklarının farkında bile değiller... Zaten insanlar her zaman, bilmedikleri şeye karşı tepki göstermişlerdir!... Yunus-36da bu istikametteki mesajını da veriyor Allah’û Tealâ: Ve mâ yettebiu ekserühüm illâ zannâ, innezzanne la yugniy mi-nelhakkı şeyâ innallahe aliymün bimâ yef alûn Onların çoğu, zandan başka bir şeye tâbi olmazlar. Zan ise, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. Bu noktada Yunus-39u da açıklamakta fayda görüyorum: Bel kezzebû bimâ lem yuhıytû biilmihî ve lemmâ yetihim teviylüh, kezâlike kezzebelleziyne mi n kablihim fanzur keyfe kâne âkıbetüzzâlimiyn. Hayır, onlar ilmini ihata edemediklerini yalan saydılar. Tıpkı onlar gibi tevîli kendilerine hiç gelmemiş olan bir şeyi kendilerinden evvel gelip geçenler de yalanlamışlardı. Amma, bak zalimlerin akıbeti nasıl oldu! İşte o gün, sahabînin müşriklerden gördüğü muamele ve işte bu gün, İslâm camiası içinde olanların, sahabe-i kiramın yolunda olanlara yaptıkları muamele! Ne kadar da çok biribirine benziyor, ne kadar da garip!.. Tuba lil gurabâi (Sahabi garipti, îslâm aslında garip olarak başladı ve aslına rücu edecek). Resul-i Ekrem (S.A.V): İşte o gariplere müjdeler olsun buyuruyor. 14 asır evvel mesajını veriyor. Bu mesaj ki bir teselli pınarı. Sahabe-i kiramın hayatı, bir bütün olarak Kurân-ı Kerimin harfiyen hayatlarına geçirilmesi, dolayısıyla îslâmın yaşanmasıdır. Kurân-ı Kerimin dışında emaniye bilgilerin kıskacında kalıp, kurtulmayı bile düşünmeyenlerin sadece cezbe değil, pek çok konuda zanla hareket ettikleri aşikâr... Merhum İsmail Hakkı Bıçakcızade veciz bir sözüyle gerçeği dile getirmiş. Diyor ki: Çirkin ile ülfete ehemmiyet verilmez de, güzel ile ülfet, töhmet sayılır. Hakikatle fazilet de güzeldir, taraftarları takip olunur. Bu takip her zaman olmuş. 14 asır evvel Resul-i Ekrem (S.A.V) Efendimize şiddetli cezbeleri sebebiyle müşrikler ve Yahudiler birbirlerinin yüzlerine bakarak: Siz Ona aldırmayın. O bir mecnundur, hem de saralıdır! diyorlardı. Fakat Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) Allahın cezbesiyle çok mutluydu. O gün müşriklerin, Yahudilerin çoğu hiç bilmediler. Bari bu gün, aynı zanda bulunanlar, cezbenin Allahû Tealânın ne kadar kıymetli bir hediyesi olduğunu bir bilseler, kendileri de temenni edecekler; özellikle Hazreti Peygamber (S.A.V) gibi, sahabe-i kiramgibi cezbe sahibi olmayı ve o güzelliği, mutluluğu yaşamayı isteyeceklerdir. Hazreti Aişe (R.A.) validemizden rivayettir: Kendileri hücre-i saadetlerinde: Mescid-i Nebeviden gelen cezbe sesleri çoğalınca namaza başlandığını, cezbe sesleri azalınca da namazın bittiğini bilirdik. buyururlar. Kesin bir gerçektir ki, bu gün hangi dergâhta, o dergâhın müntesiple-rinde cezbe varsa, o dergâh Allahın sağlam bir dergâhıdır. Çünkü Asr-ı Saadetten bu yana Hazreti Peygamber (S.A.V)dan bu yana irtibatın hiç kesilmemiş olduğunu gösterir. Gelin birlikte, hayalen ondört asır evveline gidelim: Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz nübüvvetin eşiğinde. Ama henüz bilmiyor. Zaman zaman, yanına sadece ekmek ve su alarak Hira Mağarasına çıkıyor. Orada bir nevi itikafta ve yalnız. 40 yaşına bastığı sene bir gece gene Hira Mağarasında Allahû Tealâ, Cebrail (A.S.)ı gönderiyor. Bir insan hüviyetinde ve bembeyaz elbiseler içinde. Cebrail (A.S.) mağaranın kapısından içeriye, Ona doğru bir , Ona doğru bir adım atarken: - Ikra Ya Muhammed! (Oku ya Muhammed!) buyuruyor. Cevap çok mütevazı: - Ene ümmî. Mâ bi gâriın (Ben ümmiyim, okuma bilmiyorum). Cebrail(A.S.) bir adım daha atıyor, aynı şeyi söylüyor ve cevap yine aynı: - Ben ümmiyim, okuma bilmiyorum... Mesafe o boyuttadır ki, Cebrail (A.S.) bir adım daha attığında artık Ona ulaşmış ve kollarıyla sımsıkı sarmış ve Alâk Suresinin ilk beş âyet-i kerimesini tebliğ etmiş, dolayısıyla risalet görevi de başlamıştır. İşte bu anda Allahın cereyanı Cebrail (A.S.)a ve ondan da cezbe hû viyetinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)e geçiyor, ikisi birden şiddetle sarsılıyorlar. Dolayısıyla Allahın resulü kalbine yazılan âyet-i kerimeleri, kalbinden okumuş, vahy-i ilâhîyi getiren Cebrail (A.S.) anında yok olmuştur... Bu âyet-i kerimelerin ışığında Hazreti Peygamber (S.A.V)ın şu hadis-i şeriflerini hatırlamamak mümkün değil ki, antr parantez arz etmek istiyorum: Lev lel mürebbî lemâ araftü rabbî. (Eğer Mürebbim (Cebrail A.S.) olmasaydı, Rabbime arif olamazdım.) Mürşidin farziyetine işaretle bunu söyleyen, O söz sultanıdır ve işte ilk cezbe o gün başlamış, o günden sonra da hayatının sonuna kadar bu cezbeyle şereflenmiş, sonra da kendisine biat eden bütün sahabe-i kirama yayılmış, başta dört halife olmak üzere hepsi hayatları boyunca bu güzelliği yaşamışlardır. Allahın cezbesi, bu kâinattaki en sağlam anahtardır. Allahın irşad davetine icabet edip, ezelde kendisi için Allahın tayin ettiği mürşidine ulaşan, dolayısıyla Allahın yoluna giren kişi ilham alacak seviyeye geldiği zaman, aldığı ilhamın Allahtan olduğunun kesin işaretini Allahû Tealâ, arka arkaya üç defa cezbe vermek suretiyle, bütün vücudunu yahut azalarından birkaçını hazan yaprağı gibi sarsar, titretir ve ilhamın Allahtan geldiği kesinlik kazanır. İblis, nefsin kalbine fücur ilhamını ulaştırdığı halde, cezbe veremez, insanın bir kılını bile kıpırdatamaz. Cezbe sahipleri Allaha çok hamdedip şükretmeli, çünkü ilham olayını onlar çok daha rahat, çok daha zevkli yaşayabilirler. Cezbe, Yüce Rabbimizin dilediğine (ehil olana) verdiği bir hediyedir. Yeter ki, kişi ruhen Allaha ulaşmayı talep etsin ve bir gayretin sahibi olsun. Allahû Tealâ, vaadettiği bütün güzellikleri, o istikamette idrak ve liyâkatin sahibi oldukça bütün boyutlarıyla yaşatacaktır. Onun katında hak zayi olmaz. O, şanına lâyık cömertlikle bire yüzden, yediyüze kadar hak sahibine hakkını verir. Hatta daha fazlasını, daha fazlasını!.. Nasıl mı? Çevremizde görüyoruz, duyuyoruz. Pek çok kimselere, tasavvufa girmeden ibadetler çok ağır geliyor. Yaşının kırkı geçmesini isteyenlerin yanı sıra, çalıştığı için emekli olmayı bekleyenler çoğunlukta. Ondan sonra namaz kılacak, ibadet yapacak. Nicelerinde gördük ki, bu bekledikleri ne ulaştıklarında bunalıma düştüler. Hiçbir şey yapamadan psikiyatristlere koştular. Yine de sulh ve sükûna ulaşamadılar. Allahın davetine icabet edenler hariç. Muhterem Hocamızın pek ümit-bahş bir mesajlarını iletmek istiyorum. Şöyle buyuruyorlar: İbadetler size ağır mı geliyor? Bırakın ağır gelsin, hiç aldırmayın! Çünkü siz ibadetleri sevmeyeceksiniz. Allah size sevdirecek. Mutlaka sevdirir. Sadece sevmekle kalmaz, zevk alırsınız. Çünkü hediyeler başlar. Bir süre sonra Allahû Tealâ kalp gözünüzü açtığı zaman, bu dünyada sizden daha mutlu insan zor bulunur. O zaman, Allahın televizyonuyla görmeğe başlarsınız. Ve bütün gök katlarında ne var ne yok açılacaktır gözünüzün önünde. Yetmez, Allahın söylediklerini işitmeğe başlarsınız. Siz sorarsınız, O cevap verir. Arkadan da cezbe ile teyit eder. Ya Rabbi! dersiniz bu işittiğim şeytandan olmasın? Sen mi söylüyorsun, yoksa o mu?.. İşte o zaman üç cezbe birden verir. Dikkat edin, şeytanın sizin vücudunuzu sarsabilmesi, hiçbir şekilde mümkün değildir. Ama Allahû Tealâ dilediği takdirde öyle bir sarsar ki iki kat olursunuz, hiç farkına bile varmadan ses çıkartır Allah! diye bağırırsınız... Bu noktada, Allahû Tealî Kurân-ı Keriminde cezbe sahiplerin nasıl anlatıyor birlikte görelim: İnnemelmüminûnelleziyne izâ zükirallahü vecilet kulûbühüm veizâ tüliyet aleyhim âyâtühü zâdethüm iymanen ve âlâ rabbihim yetevekkelûn.” Enfal-2 Şüphesiz müminler o kimselerdir ki, onların yanında Allah anıldığı zaman (veya kendileri Allahı zikrettikleri zaman) kalpleri titrer. Allahın âyetleri (Allahın kendileri için tayin ettiği mürsid tarafından) onlara tilâvet edildiği (açıklandığı) zaman, imanları artar ve onlar, Rabblerini vekil olarak kabul edenlerdir. Elleziyne izâ zükirallahü vecilet kulûbühüm vassâbiriyne âlâ mâ esâbehüm velmukıymiyssalâti ve mimmâ razaknahüm yünfikuûn. Hac-35 O kimseler ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer. Ve onlar, kendilerine isabet eden musibete sabrederler ve namazı kılarlar ve onlar kendilerini rızıklandırdığımız şeyden başkalarına infak ederler. Velleziyne yütûne mâ âtev, kulûbühüm veciletün ennehüm ilâ rabbihim râciûn. Müminûn-60 Ve o kimseler ki, (Allah için, Allaha) vermek istediklerini verdiklerinde (ruhlarını Allaha mülâki olmak üzere Sırat-ı Mustakiyme ulaştırıp seyr-î sülûku başladığında) kalpleri titreyenlerdir. Ve onlar şüphesiz (ruhen) Rabblerine ulaşanlardır. Bu âyet-i kelimelerdeki Vecilet kulûbühüm kalplerin titremesi, özellikle cezbeyi ifade ediyor. Allahû Tealâ, Zümer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde cezbe ihsanına daha da açıklık getiriyor: Allâhü nezzele ahsenelhadîys, kitaben müteşâbihen mesâniy, Allahû Tealâ yarattığı şeylerin en güzel olanlarım, kitaba benzer şekilde çifter çifter (ikili olarak) birbirinin ardı sıra indirir. Takşaırru minhü cülûdülleziyne yahşevne rabbehüm, Rahmet ve fazl isimli, gelen bu iki ayrı özellik taşıyan nurdan, evvelâ derileri titrer. Rabblerine karşı huşu üzere olurlar. Sümme teliynü cülûdühüm ve kulûbühüm ilâ zikrillâh, Sonra, onların derileri ve kalpleri Allahın zikriyle yumuşar. Görüyoruz ki, Allahtan gelen nurla derilerin titremesine ilâveten, aynı zamanda zikrin artmasına karşılık, Rabbimizin kendilerine bahşettiği hediyenin sonucu olarak kalplerinin de titrediği net olarak beyan ediliyor. Demek ki, Allahın zikriyle sadece derileri ürpermiyor, kalpleri de titriyor. Zaman zaman halk arasında tüylerim diken diken oldu olayı bunun kesin bir ifadesidir. Ama her tüyleri diken diken olan insan cezbe sahibi demek değildir. Ve devam ediyor âyet-i kerime: Zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ, İşte Allahın hidayet yolu budur, (dileyeni) Dilediği kimseyi onunla kendisine ulaştırır. Ve men yudlilillâhü femâ le-hü min had. Ve kimi de (dalâlette kalmak isteyeni) dalâlette bırakmışsa, artık onun için bir hidayetçi yoktur. Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız (Enfal-2, Hac-35, Müminûn-60 ve Zümer-23) âyet-i kerimelerde gördük ki, cezbe başlı başına bir olay. Tasavvufu yani ondört asır evvel Hz. Peygamber (S.A.V)in ve sahabe-i kiramın yaşadığı İslâm’ı yaşayabilmek, ancak Allahın kendileri için tayin ettiği mürşidine ulaşıp ona biat eden kimseler için mümkün. Başka alternatif yok. Bir insanda cezbenin nasıl tahakkuk ettiğini kısaca anlatmak istiyorum. Yüce Rabbimiz, en çok sevdiği ve sadece mutlu olmasını istediği insanı üç emanetle yaratmış. Bu emanetlerden biri nefsimiz. Ve Berzah Âlemine ait olan bir vücudumuz. Başlangıçta herkes istisnasız nefs-i emmarenin standartları içindedir. Olanca şiddetiyle kötülüğü emreden nefs-i emmarenin standartları içerisinde olan nefsimizin manevî kalbi, şeytanın telkinlerine ve ulaştırdığı zulümatma daima açık olması sebebiyle, o karanlıklarla yüzde yüz doludur. Bu özelliklerin sahibi ve kasi-tun olan nefsin kalbi, Allah zikredildiği zaman asla titremez. Asla Vecilet kulûbühüm özelliği içerisinde olmaz. Öyleyse, bu nefsin kalbinin mutlaka değişmesi lâzım... Peki bu değişme nasıl olur? Başlangıçta amenu olmakla noktalanan, Allaha hiçbir şeyle şirk koşmadan inanmanın yedi basamağıdır ki; 1) Olaylar 2) Tercih 3) Meyil 4) Rahim esmasının tecellisi 5) Allahın teslim yoluna ulaştırma garantisi 6) Kulaktaki vakra denilen ağırlığın, nefsin kalbinde ekinnet denilen örtünün ve aradaki hicâb-ı mesturenin kaldırılması 7) Aklın devreye girmesidir. Tegabün Suresinin-11. âyeti kerimesine göre: Ve men yümin billahi yehdi kalben Kim ki, Allaha şirk koşmadan iman ederse, Allah o kimsenin (nefsinin) kalbine hidayeti koyar. Bir kimse, Allaha amenu olup iman etmenin yedi basamağını geçtikten sonra, Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede ifade buyurduğu gibi, o kişinin nefsinin manevî kalbine bizzat kendisi hidayeti koyuyor. Allaha ruhen ulaşma arzusu olan ve bizzat Allahû Tealâ tarafından konulan bu hidayetle, o ana kadar şeytana dönük olan nefsin manevî kalbini Kaf Suresi-33. âyet-i kerimesine göre Allaha çeviriyor. Men haşiyerrahmâne bilgaybi ve câe bikalbin müniyb. Kim ki, Rahman olan Allaha gaybda huşu duyarsa (Allahın huzuruna) kalbi Allaha döndürülmüş olarak gelir. Kim dünya hayatını yaşarken Allahın zatına (ruhen) ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ, Enam Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince o kişiyi kendisine ulaştırmayı dilediği için, ulaşmanın bir nişanesi olarak, onun göğsünden nefsinin manevî kalbine giden rahmetin yolunu (nur yolunu) açıyor; yani sadrını şerh ediyor. Şöyle ki: Femen yüridillâhü en yehdiyehü yeşrah sadrehü lilislâm. Enam-125 Kim ruhen Allahın zatına ulaşmayı dilerse, o zaman Allahû Tealâ o kişinin göğsünü şerheder, teslime hazırlar. Sadrın şerhedilme olayı Zümer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde daha da açık ifade buyrulmuş: Efemen şerehalfahü sadrehü lilislâmi fehüve âlâ nûrin min rabbihî. Göğsü İslâma §erhedilen (göğsünden nefsinin manevî kalbine kadar nur yolu açılan) kimse, Rabbinden bir nur üzeredir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) Efendimiz Zümer-22yi tilâvet ettikleri (açıkladıkları) zaman sahabe-i kiram sordular: Keyfe zâlike yâ rasûlallâh? Ey Allahın resulü, bu nasıl olur? Yanî, mâ manâ şerhussadr-i Yani göğsün şerhedilmesinin manası nedir? Gâle. İzâ dehalennûru el-kal-be, inşeraha-infeseha! Buyurdular ki: Kalbe nur girdiği (kişinin sadrından ta kalbine kadar rahmet yolu açılıp da, Allahın nuru nefsin kalbine ulaştığı) zaman o kalp genişler! Gerek Zümer-22de görüldüğü ve gerek hadis-i şeriften anlaşıldığı gibi sadrın şerhedilmesi, kişinin nefsinin manevî kalbine Allahın nurunun girmesi demektir. Şu halde, sadrı Allah tarafından şerhedümeyen kişinin, ibadât-u tâatı hangi boyut ve kapsamda olursa olsun, kalbine asla Allahın nuru giremez, kalbi de kasitun olmaktan öteye geçemez ve kişinin kalbine iman yazılmadığı ve iman girmediği için de ancak îslâm dairesi içinde kalır, mümin olamaz, dolayısıyla Vecilet kulûbühüm ve culûdühüm zevkini tadamaz, kalbi hiçbir zaman sulh ve sükûna ulaşamaz. Zaten Zümer-22nin sonu da bu hususu ifade ediyor: Feveylün lilkaâsiyeti kulûbühüm min zikrillâh, ülâike fîy dalâlin mübiyn. Allahın zikrinden kalbi kasitun olanlara veyl olsun. Onlar apaçık bir dalâlet içindedirler. (Asla Rabbinden bir nur üzere olan kimse gibi olamazlar.) Yunus Suresinin 100. âyet-i kerimesine göre bir noktaya, ehemmiyetine binaen parmak basıp geçiyorum: Ve yecalürricse alelleziyne la yakılûn. Aklını kullanmayanlara Allah azap verir. Bu azap, bu şiddetli iç sıkıntısı, bu rics, Enam Suresinin 125. âyet-i kerimesinde çok açık bir şekilde ifade ediliyor: Ve men yürid en yudıllehü yecal sadrehü dayyikan haraca ke ennemâ yassaadü fîyssemâ, kezâlike yecalûllâhürricse alelleziyne la yüminûn. Kim dalâlette kalmayı dilerse, Allah onu dalâlette bırakır ve sanki atmosfer tabakasının üstüne çıkmışta sesi soluğu kesiliyormuşçasına göğsünü daraltır. Ve işte, böylece Allah mümin olmayanların üzerine azap verir. İç sıkıntısı çekenlere bir mesaj hüviyetinde bu âyet-i kerime. Kurtulmanın yolu, sadece Allaha ulaşmayı dilemek. Bu kadar kolay. Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız standartlar içerisinde, Rabbimizin bir kişiye cezbeyi ihsan edebilmesi o kişinin nefsinin manevî kalbinde dört şartın gerçekleşmesine bağlı: 1 Nefsinin kalbine hidayet konması (Tegabün-11). 2 Nefsinin kalbinin Allaha döndürülmesi (Kaf-33). 3- O kişinin göğsünden, nefsinin manevî kalbine giden nur yolunun açılması (Sadrının şerhedilmesi). (Enam-125). 4- Allahû Tealânm, o kimsenin nefsinin kalbine imanı yazması ve imanın girmesi (Mücadele-22, Hucurat-14). Dolayısıyla, Allah katında eğitim görmüş bir ruhla onu desteklemesi. Kişi bu noktada mürşidine ulaşmış, Müm-tehine-12ye göre tövbe etmiş, Fetih-10a göre onun elini öpmüş. Tövbe etme ve el öpme sırasında Allahın cereyanı cezbe hüviyetinde, mürşidinden kendisine geçmiştir. Aynen on dört asır evvel Resul-i Ekrem (S.A.V) Efendimizden sahabiye geçtiği gibi. Artık bundan sonra başta her halükârda zikir olmak üzere, mürşidinin verdiği ıslah edici amel reçetesini uyguladığı ölçüde, belirli süre ve sayıda zikri artırılıp, bu zikrine karşılık Allahtan gelen rahmet, fazl ve mürşidinin ruh-u sultanîsinden aldığı salâvatla, nefsinin kalbi aydınlanıp, karanlıklar gitgide azalıp, nurlar kalıcı hale geldikçe, bir yandan da nefsinin afetleri kontrol altına alınıp, sonra da onların yerlerini fazllar aldıkça, salâvat nuru o kalbe sükûnet getirecek, yavaş yavaş nefs, ruh hüviyetine bürünecek ve bu şartlar altında Allah’û Tealâ dilediğine (ehil olana), dilediği zaman cezbeyi ihsan edecektir. Buraya kadar, cezbenin özelliğini, güzelliğini ve bir kimsenin hangi standartlarda cezbe sahibi olabileceğini anlatmaya çalıştık. Ancak anlatmakla, anlamanın ve bizzat yaşamanın arasında fark-ı azîm vardır. Lem yezûg bilmez yazuk (tatmayan bilmez) derler. Arzu edenlerin Allahın yolunda ihsan buyurduğu nice güzellikleri bütün boyutlarıyla yaşamaları ve Yüce Rabbimizin Kurân-ı Kerimde vaat buyurduğu sonsuz saadete ulaşmaları dileğiyle, Allahın selâmı, rahmeti, bereketi ve nimeti hepinizin üzerine olsun diyorum. Allah razi olsun
 

Bugün 11 ziyaretçi (27 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol